Adım Adım İstanbul – Cankurtaran Rotası

          Yeri geliyor dünyanın öbür ucuna gidiyoruz tarihi mekanları görmek için ama iş kendi memleketimizdeki tarihi zenginliklere gelince o kadar duyarlı olmuyoruz.
        Her tarafı ayrı tarih olan İstanbul’da yaşayıp zenginliklerini bilmemek böyle birşey sanırım.
        Bu nimetlerden faydalanmak için internetten araştırmaya başladım.Parça parça gezecektim ve bu ilk parçayı Cankurtaran Bölgesi oluşturacaktı.Çeşmeler,camiler,saray kalıntıları,hamamlar,cezaevleri bu rotamın içindeki yerlerdi.
        Pazar sabahı,Taksim’de kahvaltı yapıp öğleye doğru yola koyuldum.Cihangir tarafından Eminönü’ne oradan da Sultanahmet’e doğru yola çıktım.

                                                         Deniz havası her zaman iyidir

                                                               Yürüyüşe başlamadan nar suyu içebilirsiniz

Yol boyunca Suriyeli dilencileri görmeniz kaçınılmaz

                                                                Sirkeci – Sultanahmet Yolu

        Rotanın başlangıç noktasını Sultanahmet Meydanı olarak belirledim.Burada oyalanmayıp direkt Cankurtaran bölgesine geçecektim.
        Şimdi sırayla uğradığım noktaları yazacağım.Bölüm bölüm aktarırken ansiklopedik bilginin yanısıra başımdan geçen güzel olayları da paylaşacağım.
        1- Yeşil Ev : 
        İstanbul’daki nadir 19.yüzyıl yapılarıdan biri olan Yeşil Ev.1977 yılında restore edilerek şimdiki halini alıyor.1984 yılından da günümüze otel olarak hizmet vermeye devam ediyor.Ayasofya ve Sultanahmet Cami’ne 2 dakikalık mesafede.
         



         2- Sultanahmet Cezaevi : 
         Günümüzde otel olarak hizmet veren başka bir tarihi eser daha..
         İnşaatına 1918 yılında başlanmış ve 1980 yılına kadar hizmet vermiş.Bu süre zarfında ; Necip Fazıl,Nazım Hikmet,Can Yücel,Aziz Nesin,Orhan Kemal,Kemal Tahir,Vedat Türkali gibi ünlü isimler burada hapsedilmişler.
         Vedat Türkali şiirinde şöyle bahsediyor :
         “Güvercin sesi, çocuk sesi, tren sesi
          Parmaklıklara yakışmayan ne varsa
          Duvarlarında”



         Otelin giriş kısmının hemen karşısında bulunan bir mağaza dikkatimi çekti.Kapı tokmağının özel olduğunu ve at kuyruğu kılının işlenerek figürlerin yapıldığını söyledi Adil Bey.Tasarladıkları ürünler kesinlikle görmeye değer.Yüzükler 12.000 TL den başlıyordu ama o kadar ince ayrıntılar düşünülmüş öyle çok emek verilmiş ki anlatamam.Adil Bey,web sitesinin olmadığını ve açmayı düşünmediğini söyledi.Güleryüzüyle uzun uzadıya ürünlerini anlattı her birinin hikayesiyle tabi.

Kapı Tokmağı

                                                   Tokmağın üzerindeki figürler(at kuyruğu kılından yapılmış)


         3- Bizans İmparatorluk Sarayı : 
         Sorarak burayı bulmanız sanırım imkansız(bu anlatım ile rahatlıkla bulacaksınız).Kutlugün Sokağı üzerinde bulunuyor.Tamamen özel bir mülkmüş yani devlet desteği olmadan buranın sahibi birkaç güçlendirme ile alanı ziyarete açmış.Küçük yapılar grubu ile inşa edilen bu saray 100.000 metrekarelik bir alana yayılıyor.Yapılar Bukoleon,Hormisdas ve Dafne olarak adlandırılıyor.Ziyarete açık olan bu kısmın dünyanın en eski üniversitesi olduğu tahmin ediliyor.

                                Giriş kısmı masajların yapıldığı ve diğer tarafta kafenin bulunduğu bir alan

Merdivenlerden indiğinizde kalıntılar ile karşılaşıyorsunuz.Şehirde böyle şeylerin olduğunu bilmek bile şaşırtıcı geliyor bana.Üzerinde de kafe mevcut.


         4- İshak Paşa Cami ve Hamamı :
         Fazla yürümenize gerek kalmadan,İshak Paşa Camisini görebilirsiniz.Hamamı ise hemen karşısında fakat harap halde duruyor.

                                                                                             İshak Paşa Cami

                                                                     İshak Paşa Hamamı

         Osmanlı vezirlerinden olan İshak Paşa,aslen Rum fakat bir müslüman gibi yetiştirilmiş.İshak Paşa Caddesi üzerine;hamam,cami ve bugüne kadar ayakta duramayan mektep yaptırmış.1918 yılında mahallede çıkan büyük yangında yapılar ne yazık ki harap olmuş.Hayırsever biri olan İshak Paşa’nın;Bursa,Kütahya,Ankara,Selanik ve Köstendil’de birçok hayratı varmış.1497 yılında Selanik’te vefat etmiş.
        5- Ahır Kapı :
        Topkapı Sarayı’nın ahırları burada bulunduğu için ismi Ahır Kapı olarak adlandırılmış.Bölge Bizans döneminin saraylarının bulunduğu tarihi bir alan.Günümüze kadar ulaşan en sağlam sur kapılarından biri.



         6- İsmail Dede Efendi’nin Evi :
         Ahırkapı solunuzda kalacak şekilde ilerlerseniz hem güzel sokakları görüp hem de buraya ulaşabilirsiniz.
         Dede Efendi,öğrenimini Galata’da bulunan Mevlevi Tekkesi’nden alıyor.Deftardarlıktaki işinden ayrılarak çileye giriyor.Çile,tasavvuf ile ilgili bir terim ve şöyle ifade ediliyor : Kaba demir kızgın ateşe sokulmadan şekillendirilemez.Çilesiz nefsi arıtmak mümkün değildir. Saadet sarayına meşakkat yolundan varılır. Tasavvuftaki “çile” ifadesi “kırk gün” anlamında Farsça bir kelime olup, Hz. Musa’nın Tur-i Sina’da Tevrat’ı almak için kırk gün riyazette kalmasından alınmıştır.
         Çile döneminde yaptığı bir beste padişah tarafından çok seviliyor ve saray hanendeleri arasına alınıyor.Yeni eserler veren Dede Efendi,evlenip bu konağa yerleşiyor ve hac vazifesi sırasında kolera hastalığına yakalanıp vefat ediyor.Konak restore edilip günümüze kadar korunuyor.

                                                                                      İsmail Dede Efendi’nin Evi

                                                 Aylık program var ve konserler veriliyormuş

         7- Hekimoğlu Ali Paşa Validesi Çeşmesi :
        Dönemin sadrazamı olan Hekimoğlu Ali Paşa tarafından yaptırılıyor.Yol boyunca çoğu bakımsız ve harap halde tarihi çeşmeler görüyorsunuz fakat estetik olarak en güzeli diyebilirim. İsmail Dede Efendi’nin Evi’nin hemen yanında.


         8- Akbıyık Cami :
         Akbıyık Dede tarafından yaptırılmış.İstanbul’un en eski camilerinden biri olarak nitelendiriliyor.Suriçi İstanbul’da en uç noktada bulunan cami olma özelliğini taşıyor ve Kabe’ye en yakın cami olarak biliniyor.Zamanla İmamül-mesacid olarak ünleniyor.


         9- Bukoleon Sarayı Kalıntıları :
         “Nerede bu kalıntılar”deyip ara sokaklarda kaybolduktan sonra bir caddeye çıktım.Restoranın önünde bekleyen kişiye selam verdikten sonra biraz daha bakındım fakat ulaşamayınca geri dönüp selam verdiğim kişiye kalıntıların nerede olduğunu sordum.Sağolsun geri çevirmeyip yardımcı oldu ve mekana davet etti.Birlikte yukarıya çıktığımda bana ne denli bir iyilik yaptığını anlamış oldum.Çalıştığı restoranın manzarası tam da saray kalıntılarını görüyormuş.Saray ne yazık ki kaderine terk edilmiş ve anlatılana göre geçen günlerde yangın çıkmış ve kaç kere itfaiye arandıktan sonra ancak söndürülebilmiş.Erdem Bey güleryüzünü esirgmeyip yardımcı oldu.
        

                                                           Mostra Restoran’ın teras katı

         10- Küçük Ayasofya Cami :
         Daha önce böyle bir yapının farkında olmamam benim için üzücü çünkü İstanbul’un günümüzde kullanılabilir en eski yapısıymış.
         526 – 530 yılları arasında kilise olarak inşa edilmiş.Caminin içine girdiğinizde Ayasofya’ya benzediğini farkediyorsunuz ve bu benzerlikten ötürü adı halk arasında Küçük Ayasofya olmuş.Yapı 1505 yılında camiye çevrilmiş.Çeşitli eklemeler yapılarak ayakta durmayı başarmış.Bahçede bilinmeyen sebepten idam edilen Hüseyin Ağa’nın türbesi bulunuyor.

                                   Yeşil somaki mermer sütunlar Bizans mimarisini yansıtıyor

         11- Fransız Hapishanesi :
         Osmanlı Devleti zamanında yabancılara bir takım haklar yani kapitülasyonlar veriliyor.Kapitülasyonlardan faydalanan Fransızlar da bu cezaevini kurup,kendi vatandaşlarını hem yargılama hem de ceza verme hakkına sahip oluyorlar.1914 yılına kadar cezaevi olarak hizmet veren yapı cumhuriyet döneminde bir süre ahır olarak kullanılıyor.Son olarak Eminönü Belediyesi tarafından restore edilip günümüzde “Etüd ve Projeler Daire Başkanlığı Tarihi Çevre Koruma Müdürlüğü” olarak hizmet veriyor.

 

                                                        Cadde tarafından giriş kısmı

           Son noktaya da uğrayınca dönüş yoluna geçmiş oldum ve hava kararmak üzereydi.Yürüyerek Eminönü’ne geçip köprüde biraz bekledikten sonra daha önce de gittiğim Karaköy’deki Balıkçı Merdo’ya uğradım.Merdo,sıcak kanlı ve konuşmayı seven biri.En çok hoşuma gidense mekanın bulunduğu yer.Ayaklarınızı denize doğru uzatıp şalgam suyu eşliğinde ekmek arası balığınızı yiyebilirsiniz.

                                                                              Gün batarken Eminönü

                                                   Balık ekmek ve acılı şalgam suyu

         Ben bu şekilde rotayı belirledim fakat yol üzerinde tarihi mescidler,camiler,çeşmeler bolca var.Dilerseniz rotayı uzatıp kısaltabilirsiniz.Kendimce birkaç parçaya böldüm tarihi yarımadayı bakalım bir dahaki rotam neresi olacak..

Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir